Ömer Bin Abdülaziz, atalarının İslam’dan gayri yeni bir din oluşturduklarının farkındaydı. O yeni dinlerinin ilahı dünyalık mal şan ve şöhret idi. Bunu açıklayan iki proto olay vardır. Bunlardan birincisi Emevi devletinin kurucusu Muaviye den ilandır. Şöyle ki:
Hz. Ali, Ebû Amr b. Beşîr el-Ensâri’yi, Saîd b. Kays el-Hemdânî’ ve Şebes b. Rid et-Temimî’yi çağırarak onlara şöyle demişti: “Kalkın bu adama ( Muaviye) gidin ve onu Allah’a itaate ve cemaate bağlanmağa davet edin”. Bu elçilik heyeti Muaviye’ye giderek onu uzun uzun dinlemişler ancak bir sonuca varamayınca Şebes b. Rid ayağa kalkarak şöyle der; Temenni ettiğin şeye ulaşabilmen ancak cehennem ateşine atılman karşılığında mümkün olabilecektir. Allah’tan kork ey Muâviye! Şu anda istediğin şeyden vazgeç ve bu konuda ayrılıklar çıkarıp Ümmetin arasına tefrika sokma. Bu sözlere karşılık Muâviye: Her şeyden evvel benim burada gördüğüm husus, kavminin efendisi ve son derece şerefli ve üstün olan bir adamın sözünü kesip haberli olmadığın bir konuya girmen ve bilmediğin bir hususta sözler söylemendir. Ey kaba bedevi! Sen bilmediğin bir konuda yalan söyledin ve anlattığın her konuda da bir sürü yalanlar uydurdun; çek git yanımdan! Aramızda kılıçtan başka hiçbir şey olmayacaktır!
Görüldüğü gibi kendisini Allah’a ve Peygambere çağıranlara karşı savaş ilan eden Muaviye, bakın bir başka olayda ise tavrını nasıl belli ediyor.
Bir adam gelip Muâviye’ye karşı ileri geri konuşur ve bu konuda çok aşırı gider. Yanındakiler ona: Bunun dediklerine tahammül gösterip cezasız mı bırakacaksın? Diye sorunca Muâviye şunları söylemiştir: “Ben bizimle mülkümüz arasına girmek istemedikleri sürece insanlarla söylemek istedikleri arasına girmem”. Evet bu günde öyle değil mi? İslam birliğini bozan her türlü yapının (mezhep, fırka, tarikat, ideolojik devletler vs.) başında bulunan kişiler kendilerini Allah’a ve peygamber’e çağıranlara karşı (dolayısıyla kendileri ile mülkleri arasına girmektir) nasıl davranıyorlar. Muaviye’nin övündüğü şan şeref mal ve mülk buna karşılık aşağılanan ve hor görülen halk, işte yeni din anlayışı Muaviye ile birlikte şekillenir. Bu gün de o mirasın takipçisi ve yine aynı mekân da Şam da hüküm süren Esed, kendisi ile mülkü (ilahı) arasına girilmediği sürece bir sorun yoktu. Ne zaman ki mülküne dokunuldu işte o zaman ilahı belli oldu.
Bu yeni din şeklinin ayakta tutulması için de bakın cahil ve zavallı halk nasıl kandırılmış ve yönlendirilmiştir. Bu konuda Ömer Bin Abdulaziz şöyle anlatıyor: Medine’de ilim öğreniyordum, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd’dan pek ayrılmıyordum. Bir gün yanına gittim, namaz kılıyordu. Namazı epeyce uzattı. Oturdum, namazı bitirmesini bekledim. Namazı bitirince bana dönüp: Allah’ın Bedir ehlinden ve Bey’at-ı Rıdvan’a katılanlardan razı olup da sonradan onlara gazaplandığını ne zaman Öğrendin? diye sordu. Bunu duymadım. diye karşılık verdim. Peki, Ali hakkında senden bana gelen şeyler ne oluyor? diye sordu. Ben: Allah’a ve sana karşı mazeretim var. Önceki durumumu terk ettim dedim ve şöyle devam ettim: Babam hutbe okuduğu zaman Hz. Ali (r.a.) hakkında kötü konuşacağı yere gelince tereddüt eder, lâfı gevelerdi. Ona dedim ki: Hutben çok güzel akıp gidiyor, sıra Ali’yi zikretmeğe gelince kusurlu olduğunu anlıyorum. Babam: Bunu anladın mı? diye sordu. Evet. dedim. Bunun üzerine: Bak yavrum, çevremizde bulunanlar eğer bizim Ali hakkında bildiğimiz iyi şeyleri bilseler bizden ayrılır, Ali’nin çocuklarına koşarlar. O zaman bizim halimiz yaman olur. Diyerek karşılık verdi. Evet, Abdülaziz’in ağzından dökülen bu kocaman itiraf bu günümüze de ışık tutmuyor mu?